16 Ağustos 2014 Cumartesi

Novosibirsk ( Новосибирск )

Yıllar önce Rusya da çalışan ağabeylerimizden Sibirya ya gidiş hikayeleri dinler bir tuhaf karşılardık. Bize Moskova ya uçtuklarını oradan da 4 saat daha uçup, trenlere, otobüslere bindiklerinden bahsederler bizde ağzımız açık dinlerdik. Her neyse yıllar geçti bizim neslimiz geldi ve kendimizi anlattıkları şekilde, Moskova dan 4 saat uzağa uçarken buluverdik. Ama neyse ki geleceğimiz yer trenlere yada otobüslere binmeyi gerektirmiyordu. Bu arada Türkiye den direk uçuşlarda bulunmakta ve yaklaşık olarak 6 buçuk saat sürmekte. Bu arada yine hatırlatmak da fayda var Türkiye ile Novosibirsk arasında kışın 5 saat yazın ise 4 saat fark bulunmakta. Novosibirsk saati ilerde olduğu için Türkiye ile bir miktar da olsa kopukluk yaşanabiliyor.

Aslında Novosibirsk hakkında anlatılacak çok şey var ama ben olabildiğince fotoğraflı olarak genel bir izlenim oluşturmaya çalışacağım. Novosibirsk e ilk gelişimizde beklentilerimizin oldukça düşük olduğunu gören ve Novosibirsk i bilen arkadaşlar, buranın güzel bir şehir olduğunu, endişelenmememiz gerektiğini söylüyordu. Doğrusu ne demek istediklerini buralarda vakit geçirdikçe daha iyi anlayabiliyorum diyebilirim. Ama kış mevsimini de görmek lazım sanırım. Çünkü yazları yeşil doğası, parkları, plajları, güzel caddeleri ve cıvıl cıvıl, sıcak kanlı insanları ile bize soğuk Sibirya'da olduğumuzu pek hissettirmedi diyebilirim.

Şehir aslında tarihsel bir derinliğe sahip değil denilebilir. ( Zaten adında bu durum biraz gizli, Novo, rusça yeni, sibirsk ise sibirya demektir. Yenisibirya:) )   Kurulum tarihi 1893 olarak geçiyor fakat Ruslar çok çok derin tarihleri olmasa da, yaşam felsefeleri, edebiyatları, sanatları ve en önemlisi estetik kaygıları ile tarihsel derinlik kadar önemli bir çok fonksiyonu kendilerine kazandırabilmiş bir toplum. Bunu caddelerinde gezerken, insanları ile konuşurken, yaşarken, çalışırken farkedebiliyorsunuz. Gerçekten de Rus insanlarının en mütevazi, insancıl ve naif hallerini Novosibirsk de bir çok insanda gözlemleyebilirsiniz. 



Novosibirsk in eski yıllarından kalan Sibirya evlerine, dolaşırken zaman zaman karşılaşabilirsiniz. Aralarda, derelerde kalan bazı evler restore edilmiş veya hala eski Novosibirskliler tarafından kullanılıyor. Yukarıda ki bu evde halen yaşayan insanlar bulunmaktaydı.


  Restore edilerek kafe olarak kullanılan bir Sibirya evi.


Buda restore edilerek Bar olarak kullanılan Eski bir Sibirya evi.


Sibirya evlerinin bazıları restore edilmemiş olmasına rağmen içlerinde yaşayan insanların bakımıyla ayak da duruyor ve Novosibirsk in sokaklarına renk katmaya devam ediyor. 


Şehrin tam merkezinde Lenin Meydanı bulunmakta. Площадь Ленина Ploshchad' Lenina metro istasyonunda indiğinizde direk karşılaşacağınız yer burası. Novosibirsk'in güzel yanlarından bir tanesi de şehir merkezinin yakınlarındaysanız bir çok yere yürüyerek de ulaşabiliyor olmanız. 


Lenin Meydanında sizi karşılayacak olan Novosibirsk Opera,Bale ve Tiyatro binası , estetik mimarisi ve haşmetiyle ilk farkedilen yapı. http://www.opera-novosibirsk.ru/index.php?locale=en_us adresinden de programları takip edip etkinliklere katılabilirsiniz. Burada, dünya çapında bir çok organizasyon yıl içinde gerçekleştirilmekte.Bundan dolayı buraları gelip görecekler için bunu da not etmek de fayda olabilir.


Bir başka açıdan Novosibirsk Opera, Bale ve Tiyatro binası


Lenin meydanı ve çiçekler..


Lenin Meydanından bahsetmişken işte burasıda Площадь Ленина Ploshchad' Lenina metro istasyonun girişi. O anda pencereler, sürekli değişen, canlı bir tablo gibi, metroya giden insanlara hayatın farklı anlarını gösteriyor.


Moskova metrosu kadar büyük olmasa da Novosibirsk metrosu da 16 km uzunluğunda 13 istasyonlu ve 2  hatlı bir yapıda, hatrı sayılır büyüklükte, fakat onun gibi karmaşık değil.  Yolunuz düşerse sizi şehrin önemli her noktasına taşıyabilir. 


Doğrusu Novosibirsk metro istasyonları Moskova nın müze gibi istasyonlarını andırmıyor fakat yinede Ruslar yaptıkları bir çok işte olduğu gibi estetiğe olabildiğince önem verip istasyonları sanatlarıyla mümkün olduğunca süslemeye çalışmışlar diyebilirim. 


Metro dan çıkıp biraz daha şehre geri dönelim. Aslında biraz sert bir geçiş olsa da bu bina da, merkezde bulunan yakın tarihin Sovyet binalarından, Novosibirsk otelinin binası. İnsanların varoluş algısı genelde soyuttan somuta doğrudur. Yarattıkları düşünceleri en düşük bilinç düzeyindeki insanın bile anlayabileceği madde seviyesine çekmeden düşüncelerinin anlamlı olduğunu ispatlamakta zorlanırlar. İşte bu nedenle düşünceleri önce hareketlerine, sonrada üretim süreçlerine yansır. Nihayetinde Sovyet apartmanlarının bu kadar birbirine benzer dairelerden oluşması bir tesadüf değildir. İster tümden gelerek düşünün, ister tüme vararak nihayetinde kendi kendini besleyen bir sistemle karşılaşırsınız. Uzun lafın kısası Rusya da, insanlarin arasında halen daha çok derinleşmiş bir sınıfsal ayrılık yoktur. Bu mütevaziliğe de bağlanabilir, ülkelerinin uzun bir dönem yönetildiği sisteme de.. 


Bu bina daha yakın bir dönemde yapılmış bir bina.

Eh zaman değişiyor nihayetinde Rusya da değişiyor. 

Tabi bu arada eklemek de fayda var. Novosibirsk'de oteller ilk fotoğraf da görüldüğü gibi çok eski değil bir çok 5 yıldızlı otel zincirinin binaları mevcut. Gönül rahatlığıyla gelebilirsiniz. 


Novosibirsk in sokaklarında ki tonlar şahsen benim hoşuma gitti. Oldukça koyu renk tonlar da sokakları var. Şehrin renkleriyle uyum içinde diyebilirim.  Gozlemleyebildigim kadariyla Rusların renklere bu kadar düşkün olmasını da mevsimlerinin renksizliğine bağlıyorum. Kışın saf bir beyazlık ve gri ton ve hatta bazen yogun camur, yazın ise grimsi bir mavi ve keskin güneş. Mimari olarak rengarenk ve süslemeli eserleri insanların sokaklarını bir nebze olsun renklendiriyor. Hepimiz, Moskova kızıl meydandaki rengarenk kubbeleriyle Saint Basil Katedrali ni biliriz. Moskova'da ki bir çok tarihi bina mavi, yeşil ve kırmızı tonlarındadır. 


İşte yine Novosibirsk in ara sokaklarından birinde sıradan bir apartmanın ilginc kapısı. Novosibirsk de dikkatimi çeken şeylerden biride apartman girişleri. Bir çok apartmanın giriş kapısı kendine has güzellik de. 


Novosibirsk sokaklarından bir kitapçı dükkanı ve güzel renkleri.


Rusya da bir çok şehirde karşılaşabileceğiniz durumlardan bir tanesi de sokaklarında gezerken bir evin üzerinde o evde veya o sokak da yaşamış önemli bir insanın kısa bir biyografisi ve resmidir. Buda o evlerden bir tanesi.


Madem binalardan gidiyoruz, işte buda Nikolaj Chapel. Bu kilise ilk olarak 1914 yılında inşa edilmiş ve Rusya'nın topraklarının coğrafi merkezini sembolize ettiği varsayılmıştır fakat Stalin zamanınında malum bazı nedenlerle yıkılmış ve Novosibirsk in 100 üncü yıl dönümünde bir anı olarak tekrar inşa edilmiştir ve bir kez daha  Novosibirsk in sembollerinden birine dönüşmüştür.


Novosibirsk in en ünlü caddesi olan Krasnyy Prospekt üzerinden St Nikolay kilisesi. Bu arada Krasnyy Prospekt yaklaşık olarak 3 km lik bir yürüyüş yolu imkanı sunmakta. Bu caddenin etrafında aradığınız tüm markaları, kafeleri, restorantları bulabilirsiniz. Yine aynı cadde üzerinden yürüyerek nehir kıyısına ulaşabilirsiniz. 


Mimari den biraz daha devam edelim. Burasıda bir sanat evi. Bizde böyle güzel binalar yakalayınca, fotoğrafla bu anımizi, hatıraların arasına katalım istedik. Novosibirsk de bircok sanat evi, dans evi, resim evleri bulunmakta. 


Novosibirsk de ve Rusya da insanların, hayvan sevgisi inanılmaz boyutlarda.  Dedim ya insanların hayata bakış açıları biraz farklı.  



Novosibirsk de ve Rusya da bir çok kez karşılaşılabilecek görüntülerden biride yas farki olmadan paten yapan insanlar. Bunun kaynağı da tabii ki kışın her yerin donması ve bir çok göletin ve yapay kayak alanlarının oluşmasıyla insanların bu spora yönelmesi. Rusya da artistik buz pateni şampiyonaları bir fenomen diyebiliriz. Bu turnuvalar bir çok Rus u televizyonlara kilitliyor ve tutku ile izliyorlar. Zaten olimpiyatlar da ve şampiyonalarda da bu konuda çok başarılılar. 


Novosibirsk de Tüm Rusya da olduğu gibi şehirlerde heran nefes alabileceğiniz parklar mevcut. Bu parklarda hafta sonları halkın eğlenebilmesi için etkinlikler düzenlenmekte. 


Novosibirsk parklarında dans eden gencler. 


Benim için de bir poz verdiler:)


Novosibirsk caddelerinde İnsanlara sanatlarını sergileyen makyaj sanatçıları.

Mutluluklarıyla koşan çocuklar. Sadece koşmayı düşünerek koşan çocuklar. Saf, temiz, narin çocuklar..

Tüm dünya ile bağlantılı olmasına rağmen kendi halinde yaşayabilen Rusya'nın 3. büyük şehri Novosibirsk i bir şekilde yaşamış olduğum için mutluluk duyuyorum. Her şehrin, her coğrafyanın kendi renkleri olduğu gibi sizin üzerinizde etkileri de size ve kendine has oluyor. Buralara birgün yolunuz düşerse, güzel hislerle ayrılmanızı temenni ediyorum..

Onur TULU
2014

10 Mayıs 2012 Perşembe

GABARON VAHASI


     Eğer sonbaharda, çölde, pencereleri açık bir evde uyanırsanız, sabah çıkan hafif rüzgarın tılsımlı sesi, kulaklarınıza değilde gözlerinize hitap eder. O sesin, üzerinizden süzülüşünün ve odanın bir ucundan girip, bir başka ucundan çıkışını izlersiniz.

        Kasım ayının güneşli bir gününde, bir gün önceden ayarlamış olduğumuz çöl şartlarına uygun arabamız kapıda bizi bekliyor.  Awbari'ye geldiğinizde tanışıp konuştuğunuz herkes, size Gabaron vahasını gezmenizi tavsiye edecektir. Bizde bu tavsiyeye uyarak, bulabildiğimiz ilk zamanda vahaya gitmeye karar verdik.

        Biz daha hazırlık yapamadan sabah uyanmamızın ardından bizi almaya gelen 4*4 araçla Awbari den Sebha ya doğru yani kuzey yönüne doğru yaklaşık 60 km kadar giderek her yanımızı kuşatmış olan Sahara çölünün derinliklerine doğru direksiyonumuzu kırdık.


                  Sahara Çölüne uzanan belli belirsiz yolun kenarlarında hurma ağaçları bulunmakta.

         Bir süre çölün iç kısmına doğru ufak tefek yerleşimleri geçtikten sonra, yol kenarından gözüktüğünden çok daha güzel görüntüsüyle, sahara çölünün kıyısına geldik.  Altın sarısı kumlarıyla en dalgalı anında donmuş bir deniz gibi duran Sahra'ya girmeden önce şöförümüz kumlara batmaması için aracın lastiklerini indirdi ve  bizde bu fırsatı değerlendirip, araçtan indik. Başka hiçbir sesin olmadığı bir yer olan Sahra denizinin kıyısında, rüzgarın sesini dinleme şansına erişirseniz, bu sesi dinlerken güneşin sizi uyardığını, tuhaf bir şekilde sanki sadece sizin tepenizdeymiş gibi olduğunu hissedersiniz.


     Sahara Çölünün kıyısına geldiğinizde, çölün uzaktan göründüğünden daha etkileyici olduğunu görebilirsiniz.


           Kumlar ve rüzgar, çölde, güneşle işbirliği yaparak, size buradan uzak durmanız gerektiğini aksi taktirde ölümün sizi beklediğini fısıldamakta.

        Gerçektende sıradan bir gezi olarak düşündüğümüz bugün, yolda başımıza gelecek olanlarla çok iyi anlayacağımız üzere çok dikkatli ve iyi planlamadan yapılacak gezilerin, insanın çölde kaybolmasına ve çok uzun süreler asla bulunamamasına bile neden olabilir. 

         Biz aracımızla ilerledikçe derinleşen çölün içine 40 km ye yakın bir hızla yol almaya başladığımız ilk anlarda hoş gelen fakat zamanla tam bir işkenceye dönüşen 3-5 metrelik çöl dalgalarının üzerinde seyahatimiz, midemizi altüst etmenin dışında bizleri artık camdan bile dışarı bakamaz hale getiririyordu.


       Çölün içerisinde, rüzgarın etkisiyle kum tepeleri bazen mükemmel geometrik görüntüler oluşturmakta.


        Şöförümüzün yolu bildiğini varsayarak ve asla büyük terslik olabileceğini tahmin etmediğimizden yanımızda herhangi bir gps aletide olmadan tamamen şöförümüzün iç güdüleri ve sabah geçmiş olan birkaç  jeepin bıraktığı izler üzerinden Gabaron vahasına ulaşmaya çalışıyorduk. Yaklaşık olarak bu zorlu çöl ortamında, 55 km tamamen şöförümüzün içgüdüleriyle ve önceden bölgeye gitmiş olan birkaç jeepin bıraktığı izlerden yolumuzu bulmaya çalışırken, aniden korktuğumuz başımıza geliyordu ve şöförümüz çıkan rüzgarın yolumuzu bulmamız için gereken tüm izleri yok etmesiyle yolu kaybediyordu. Gerçektende dönüş yolunda anladığımız gibi çölde kumlardan oluşan koskoca tepeler, birkaç saat içinde tamamen yokolabilmekte bir çukura veya düzlüğe dönüşebilmekteydi. Evet şöförümüz Sahra'nın ortasında yolu kaybediyordu ve biz işte şimdi şöförümüzün neden koca bir bidon yedek benzin, bol miktarda su ve yiyecek aldığını daha iyi anlayabiliyorduk.
                        
                 
    Çölde ne yöne dönerseniz dönün bu görüntüden farklı bir şey görebilme imkanınız neredeyse yok.

         Şöförümüz artık kendi kendine sağa sola koşturuyor arabaya biniyor bir bölgeye gidiyor geri geliyor ve biz çölde zaman zaman rüzgar, güneş ve kumla baş başa kalıyorduk. O anda, bu bölgede herhangi bir şekilde 3-5 saat kadar bile kalmanın ölümle sonuçlanacabileceği gerçeğini hissediyorduk. (Eğer, temmuzun ortasında böyle bir şey yaşayacak olursanız, bu durumdan kurtulmanız için en fazla birkaç saatiniz var.) Çölün içimizde yarattığı his kulaklarımıza şimdi daha belirgin bir şekilde buraya ait olmadığımızı fısıldıyordu.  

         Psikolojik olarak çok zor bir saatin ardından tamamen bir tesadüf eseri aradığımız yerin aksinde, biz en azından geri dönerek hayatımızı kurtarmayı düşünürken, çölün ortasında o an karşımıza çıkmasıyla bize cennet gibi görünen Gaboron vahasını karşımızda buluyorduk. İnanılmaz bir eğimle, hafif sönük lastiklerimizin tutunmasıyla vahaya doğru tam ters bir istikametten hızla inerek, oraya gelme şansını yakalamış gezginlerin tuhaf bakışları arasından vahaya yuvarlanırcasına giriyorduk. Vahaya bu girişimiz şehrin ortasına durup dururken paraşütle inmemiz gibi tuhaf bir şekilde gerçekleşiyor ve bölgedeki insanların dikkatini çekiyordu.


 
       Gaboron Vahası çölde bir insanın tüm önemli gereksinimlerini karşılayabileceği en önemli yer.



         Vahaya ilk geldiğimizde ilk davranışımız, kendimizi kumlara atarak öncelikli olarak alt üst olmuş midemizden dolayı biraz dinlenmek ve soluklanmak oluyordu. Bölgeye geldiğimizde insanların Gabarona yaklaşık 10 jeeplik uzun konvoylar halinde, yanlarına birkaç rehber, her araca yerel şöför ve yardımcılarıyla çok dikkatli olarak geldiklerini görüyor ve ne kadar büyük bir risk alarak çok ciddi bir tehlike atlattığımızı fark ediyorduk.


    Çölde kafileler gidecekleri yönü kestirmeye çalışıp planlarını yapıyorlar.
.
            Gerçektende, eğer bilmediğiniz topraklarda geziyorsanız, asla kendi kriterlerinize göre hareket etmemeniz gerekmekte. Her bölgenin kendine has ciddi tehlikeleri ve riskleri mevcut. Gaboron vahasına gitme şansını yakalayabilecek olanlara bazı öneriler vermek gerekirse en az birkaç jeeplik konvoylarla yanlarına su ve yiyecek önlemlerini alarak ve kesinlikle bir gps aletiyle çıkmaları olacaktır. Eğer yaz aylarında bir çöl gezisi düşünüyorsanız, sonunda hayatınızın tehlikeye girebileceğini bilerek çok dikkatli ve özenli bir şekilde hazırlıklarınızı yapmanız gerekiyor.


Gabaron vahasında kafilelere ait 4*4 araçlar.

        Gabaron vahası çölde eğim nedeniyle kuytuda kalmış ve dolayısıyla çölün içine hapsettiği suların yeryüzünde ortaya çıktığı, suyunun aşırı tuzlu ve minarelce çok zengin olduğu, dolayısıyla suyun varlığıyla ortaya çıkmış bitki örtüsüyle insanın hayal ettiğinde aklına ilk gelecek türden  tipik bir vaha.

            Vahaya geldiğinizde güzelliğini bir kenara koyarsanız bir vahaya seyahat etmenin başından sonuna kadar bir bütün olduğunu, aynı yaşam gibi, amaca giderken başınıza gelenlerinde, amaç kadar hayata anlam kattığını ve tüm bu oluşların nihayetinde kendinizde biriktiğini ve sizi siz yaptığını anlayabilirsiniz.


Vahada bulunan kafe nin duvarı
            Eğer isterseniz Gabaron vahasının çok tuzlu ama içerisindeki yoğun minarelli ve yerel insanların söylediği kadarıyla çok faydalı olan suyuna girebilir bölgedeki ufak çaplı tesislerde çay ve içecek içebilir çöle özgü kayalardan yapılan küçük heykelciklerden satın alabilir, kum üzerinde kayak yapabilir, eğer çölün içinde bir gece geçirmek istersenizde bölgede bulunan barakaları kiralayabilirsiniz. Fakat burada kalmayı düşünüyorsanız, akrep, yılan ve bir çok böcek çeşidiyle birlikte uyuyabileceğinizide hesaba katmanız gerekmekte. Eğer buraya kadar gelmişseniz,burada bir gece geçirmek, geceleri başka hiçbiryerde göremeyeceğiniz kadar net bir gökyüzü, kusursuz temizlikte bir hava, derin bir sessizlikle  size çok şey katacak gibi gözükmekte.


     Gabaronda eğer isterseniz kayak kiralayıp kum kayağı yapabilirsiniz.

       Gabaron vahasının sakinleride çölün bu kısmında yaşamayı öğrenmiş Cezayir, Güney Libya ve Ghat kökenli toureg olarak bilinen insanlar. Yılan gibi derileri, keskin bakışlarıyla bu insanlar, her nekadar bir şeyler satmak, para kazanmak gibi masum nedenlerle buralarda bulunsalarda, her halleriyle çöl insanları olduklarını, gerekirse biz normal insanlardan çok daha rahatlıkla çöllerde yollarını bulabileceklerini, hayatlarını kurtarabileceklerini hissettiriyorlar. Bölgedeki toureglerinde biz Türkleri biliyor olması ve inanılması zor olsada evlerine gittiklerinde türk dizilerini izlediklerini söylemiş olmaları dünyanın apayrı bir köşesinde, apayrı bir dünyada bile, devrin iletişim kaynaklarının ne kadar yaygınlaştığını, dünyanın bu sayede ne kadar küçüldüğünü bize gösteriyor. Onlarla muhabbetimiz ve biraz alışverişin ardından geri dönmeye karar verdik.


    Touareg 


     Gabaron insanları( Touaregler) bakışlarıyla ve görünümleriyle çöle aidiyetlerini göstermekte.


      Kafede bize servis yapan garsonun yaşadığı hayat, bakışlarında gizli.

            Artık öğleden sonra olmasının ve bir çok gezi aracının bölgeye gelmesiyle, çöl yolları birazdaha belirginleşmiş ve dönüşümüz daha rahat olmuştu. Fakat dönüş yolumuzda birazdaha dikkatli ve temkinli hareket etmemize rağmen birkaç kez daha kaybolarak, tamamen değişmiş bir yol güzergahından çöle girdiğimiz yerin yaklaşık 20 km güneyinden Sahara nın kıyısına geri döndük. Gerçektende çölde eğer Gps gibi yardımcı elemanlarınız yoksa, yön kavramınızı tamamen kaybediyorsunuz, güneye gittiğinizi zannederek kuzeye, batıya gittiğinizi zannederek doğuya gidebilirsiniz.


    Dönüş yolunda çölün güvenli bölgelerinde çöl safarisi yapan gezginler görüyoruz.


    Dönüş yolunda nadiren kafilelere rastlıyoruz ve selamlaşıyoruz.


      Çölde geçirilen bir günün ardından düşündüğümüzde, asıl amacımızın vahaya gitmek olmasına rağmen anlattıklarımızın neredeyse hepsinin yolculuğumuza dair olması, bizleri hayat konusunda tekrar düşündürmekte ve varacağımız son noktada, hayat yolunda muvaffakiyet kadar önemli olan bir etmeni  yani istediğimiz noktaya ilerlerken yürüdüğümüz yolun, bazen ulaşabileceğimiz son noktadan daha önemli olabileceğini göstermekte.

       Genelde yaşamdan farklı olarak, bir çöldeyseniz kendi yolunuzu kendiniz çizersiniz ve bu yol sizin yolunuz olur. Herkesin yaşamında kendisine dayatılan duvarları aşarak, hayatın içinde kendi çölünü yaratması dileğimle.. 

Yorucu günümüzün ardından kaldığımız evin penceresinden akşam üstü çıkan kum fırtınası ve batan güneş


ONUR TÜLÜ 2012


6 Mart 2012 Salı

AWBARİ - Çöllerin Derinliklerinde Bir Kasaba



          Libya da kasım ayına gelmemize rağmen 20 derecelerde seyreden güneşli bir sonbahar günü Ülkenin 3. büyük kenti olan ve bizler için geçmişte Fizan diye adlandırılan bölgedeki Sebha şehrinin güney kısmındaki Awbari ( Ubari ) kasabasında yapılacak işlerimiz için hazırlıklarımızı tamamladık ve havaalanına vardık. 



       Libya iç hatları Sebha uçağıyla 1 saat 20 dakikalık bir çöl yolculuğuyla adeta pürüssüz bir uçuş yaptık. Uçuşumuz süresince, havada süzülürken uçaktan bile bakıldığında ucu bucağı görülmeyen bu çöl bölgesinin üzerinde aklınızdan çıkan düşünce oklarının nereye gittiğini kestiremediğiniz anlar olmakta.  Biz düşüncelere dalmış çöllerin derinliklerinde bir yerleşim yeri arar gözlerle bakarken uzun bir müddet uçaktan hiç görmediğimiz ama nihayetinde karşılaştığımız ilk yerleşim yeri olan Sebha yı gördük ve uçak yine pürüssüz bir rahatlıkla havaalanına indi.

                                               Gökyüzünden bakıldığında kum denizi
       
          Gerçektende Libya, bizlerin alıştığı bildiği coğrafyalara hiç benzemeyen tamamen kendine has özellikler taşıyan tuhaf bir bölge. Libya üzerinde yaptığınız uzun seyahatlerin çoğunda gerçek bir çöl denizi üzerinde seyahat edersiniz. Tüm bu yokluk ve hiçlik aleminin üzerinde bir ülke içinde gittiğimizi düşünürsek nispeten uzun bir süre gittikten ve havaalanına vardıktan sonra, çıkışta bölgenin en yüksek yerine kurulu olan ve genel olarak Türk arkadaşlarımızın yanılgıyla Osmanlı kalesi zannettikleri fakat İtalyan işgalcilerin bölgeyi kontrol etmek amaçlı yaptığı Fort Elana kalesi sizleri karşılar. Her ne kadar insanlarda bu kaleyi gezme hissi oluşsada kale askeri üs amaçlı kullanıldığından kaleye doğru hareket ettiğiniz anda askerlerin bakışlarına maruz kalarak geri dönmek zorunda kalıyorsunuz.



Sebha da İtalyanlar tarafından Koloniel dönemlerde yapılan Fort Elana Kalesi

          Havaalanından çıkışımızla birlikte arada sırada uğrayan uçakların ardından ani bir müşteri kapma hareketlenmesinin başladığı taksi duraklarında buluverdik kendimizi.  Bunun yanı sıra Avrupa merkezli tur organizasyonlarının jeepleri de Avrupa dan ve Dünya nın çeşitli bölgelerinden gelen turistleride alarak çölün derinliklerindeki vahalara, Ghat ve Germa bölgesindeki mağaralara ve tarih öncesi devirlerin insanlarından kalma olduğu düşünülen kayalara kazınmış olan figürleri gezdirmek için müşterilerini toplayarak konvoylar halinde ayrıldılar. Sadece 10 dakikalık hareketin ardından müşterilerin bitmesiyle taksi alanına  aniden sessizlik çöküverdi ve müşteri bulamayan birkaç taksicide ağır hareketleriyle yerlerine geçerek bir sonraki uçağı beklemeye koyuldular. Bizde biraz bekledik ve bizi almaya gelen taksiyle Awbari yollarına koyulduk. 



Sebha - Awbari yolu Size sahranın ortasında olduğunuzu rahatlıkla hissettirebilir.

           Güneye doğru bize yol boyu arkadaşlık edecek olan doğumuzdaki sert kum ve silt taşlarından tepeler ( Bu kayalar aynı zamanda jeolojik olarak ve insanlık tarihi açısından derin izler taşımakta, bölge altında yatan milyarlarca dolarlık petrol  ve doğal gaz yatakları nedeniyle jeolojik olarak çok detaylı araştırılmış bölgede aynı zamanda insanlık tarihini aydınlatacak kayalara kazınmış bir çok yazıt figür bulunmuş. Yüzyıllarca bu coğrafyaları elinde tutmuş bizlerin bu çalışmaların hiçbir kısmında  olmayıp İngiliz İtalyan Alman jeologların, arkeolagların bu yerleri saptamış yıllarca bu bölgeleri kontrol altında tutmuş olmalarıda ayrıca düşünülmesi gereken konulardan) üst kısımları aşınarak mükemmel bir şekilde törpülenmiş ve tepe kısımları sanki cetvelle çizilmiş gibi duran,  hiç kesilmeden güneye Ghat bölgesine kadar giden bu tepeler ve sağ tarafımızda sonsuz gibi duran, Libya da değilde, artık farklı, daha derinlikli bir yerde olduğumuzu bize hissettiren bembeyaz kumlarıyla koca Sahra çölü ve ara ara kumlarla kapanan dalgalı bir yol.

İnsanlığın ilk dönemlerinden kaldığı düşünülen memeli çizimleri

Fosilleşmiş bir ağaç gövdesi.

              Bizim için Libya da uzun süre kalmış olmamıza rağmen etkileyici gelen bu yollarda 2 saatin ardından karşımızda tam bir çöl kasabası hüvviyetinde Awbari çıktı.


           Awbari fiziksel yapısı itibari ile Libya nın şehirlerine benzesede kimyasal olarak neredeyse tamamen farklı bir bölge. Öncelikli olarak halkın çoğunluğu Afrikalı göçmenler ve Arap insanlardan çok Afrikalı halka benzeyen yerel halktan oluşmakta. Yine Libya’nın genelinden farklı olan bu çöl kasabasının varoşları ve dış mahallelerinde yine ülkenin diğer bölgelerinde ve hatta Dünya nın bir çok bölgesinde göremeyeceğimiz türden bir yoksulluk çaresizlik ve belirsizlik bulunmakta. Gerçektende bu bölgelerin fakirliği bizim bildiğimiz fakirliklerin hiçbirine benzemeyen insanların içecek su, yiyecek ekmek bulamadığı ağır bir yoksulluk. Bir evde yaşayabilecek ve bir ev kurabilecek kadar güçleri olmayan insanı derin üzüntü ve derin sorgulamalara iten bu insanlar sağdan soldan topladıkları çalılardan kurdukları evlerde yaşamaktalar. Fakat bütün bunların dışında şehir merkezinde daha iyi yaşayan aşiret mensubu ve yerel halktan varlık sahibi kişiler bulunmakta. 





Göçmen halkın ev yapmak için kullandığı yöntemle yapılmış terkedilmiş bir barınak.

         Bu kadar zorluklar içinde olup bizi derinlemesine etkileyen bu insanların güneydeki, Çad, Nijer  ve Orta Afrika ülkelerinden daha iyi bir yaşam için çıktıkları uzun yolculuklarda bir durak olması ve bizi bu kadar üzmesine rağmen kendi ülkelerinden daha iyi olduğunu düşündükleri bir yaşam görüntüsü bizlere,  bu insanların nasıl bir yalnızlık,çaresizlik ve  üzüntüler silsilesinden kaçtıkları hakkında bilgi vermekte. Bu arada not düşmek gerekirse Awbari de insanlar çöplerini yenilebilir ve yenilemez olarak iki ayrı poşette atmakta. Dediğimiz gibi buraların havası çok kendine has ve çok düşündürücü. Tüm bu fakirliklere rağmen insanların birbirlerine karşı tehlike içeren hiçbir davranışlarının olmamasıda oraya gitmeyi düşünebilecek insanlar için düşülmesi gereken bir not.  Hayattan zaten yeterince ürkmüş olan bu insanlar belli bir amacı olan her insan gibi amaçları doğrultusunda ( çoğu zaman bu muvaffakkiyete ulaşamasalarda) yürüyen her insan gibi dış unsurları olabildiğince kendine dezavantaj olmaktan uzak tutarak birbirlerinin fakirliklerine saygı duyarak kendilerine has olan ve onlardan başka beklide hiçbir insanın anlayamayacağı zorlu göç yolculuklarına devam etmekteler.

      Awbari nin sağlam kumtaşlarından oluşmuş tepelerinden Sahra üzerinde güneşin batışı

         Awbari kasabasının adeta çöle gömülmüş gibi duran haliyle tepelerden görünümü



               Tüm bu düşündürücü durumlardan sonra kasabada bulunan iki lokantadan biri olan ve Rize li bir Türkün işlettiği bizi Türkiye'den bu kadar uzaklarda çölün derinliklerindeki varlığıyla her zamanki gibi şaşırtan  bu lokantaya girdik. Yemeklerimizi yedik ve 30 sene önce buralara gelip evlenmiş buralara yerleşmiş lokanta sahibiyle sıcak muhabbetimizin ardından Türkiye manzaralı duvar tablolarının içinden ayrılmak için kalktık ve çıkışa doğru yürürken yine başka bir durum gözümüze çarptı. Bizim kalktığımız masa toplanmamıştı ve bizim ardımızdan masaya birileri oturmuş bizden kalanları yemekteydiler.  Bize tuhaf gelen bu durum Awbari için oldukça sıradan, lokanta sahipleri için ve diğer insanlar için hiç yadırganacak bir şey değildi. Bu insanlar maalesef çok fakir ve bu şekilde lokantada masada kalanları yiyerek günlerini geçirmekteler.  Gerçektende güney sahranın bu değişik kasabasında attığınız her adım sizi farklı düşüncelere ve Dünya da ne türden değişik varoluşların olduğunu düşündürmekte. Hem zaman hem mekan olarak tamamen özgün olan bu tür ortamlar insanın hayatında, aldığı nefesi sorgulatan, verirkende cevapları birkezdaha bulamadığı o en içinizden gelen ve derin derin hissedilen fakat anlatması zor anlardan.


          Awbari de güneş batarken


    Sebhadan başlayarak Ghat a kadar devam eden, yola paralel ve üstleri cetvelle çizilmiş kadar düzgün aşınmış tepeler.

           Tüm bunlardan sonra kiraladığımız evimize geçtik ve işlerimizi tamamlamak üzere planlarımızı yapmak için odalarımıza çekilerek dört tarafımızı saran dolunayın hafifçe aydınlattığı, insanı derin sessizliğiyle nedense içine içine çeken uçsuz bucaksız çöllerin, insanın yüzüne çarpmadan direk ruhuna işleyen
rüzgarlarının her üfürmesiyle adeta insana bilgeliğiyle, nasihat verip kalbini ferahlatan serinliğiyle evimizden çok uzaklarda gelecek günleri yaşamak üzere her zamanki gibi kaçınılmaz olan uykuya daldık..


Awbari tepelerine veda ederken..




                                                                                                                           ONUR TÜLÜ
                                                                                                                       LİBYA 2010 KASIM